Performans sahnesi’nde 2010 yılından bu yana ciddi bir enerji kaybı yaşanıyor. Çok daha az eser üretiliyor. Birçok sanatçı alanı ya tamamen terk etti ya da farklı disiplinlere, tiyatroya, sinemaya yöneldi. Yine de kendi yağıyla kavrulan topluluklar, sanatçılar direnmeye devam ediyor.
2010 dan beri performans sahnesi’nde ciddi bir enerji kaybı yaşanıyor. Çok daha az eser üretiliyor. Birçok sanatçı alanı ya tamamen terk etti yada farklı disiplinlere, tiyatroya, sinemaya yöneldi. ’80’lerin sonunda, dikkat çekmeye başlayan ve o zaman ‘öteki tiyatro’ olarak adlandırılan saha’yı oluşturan kuşak artık 40’ini geçti. Simdi 30’lu yaşlarında olan bir sonraki kuşakta ise tasarım yapan çok az sanatçı var. Hala üretenlerin büyük çoğunluğu, iki yılda bir yapılan İstanbul Tiyatro Festivali’ni bekliyor artık ya da doğrudan Avrupa sahneleri festivalleri için iş üretiyorlar.
2000’lerde yaşanan beklenmedik yükseliş, 2010’da, “Truman Show” un final sahnesi gibi, bu sanal dünyanın tavanına çarparak dağıldı. Dağıldı, çünkü kendi ‘eti ve kanıyla’ yarattığı koşullar içinde ulaşabileceği azami doygunluk noktasına ulaşmıştı. Bağımsız sanatçıların kendi kanlarıyla besledikleri bu saha’nın artık bir kan değişimine, gerçek zeminsel bir sıçramaya ihtiyacı vardı. Artık ‘bir şey’ olmalydı.
Umutsuz bir yeni estetik arayışı
Bağımsız sanatçılar 20 yıldır, var olan imkanların ve yaratıcılığın sınırlarını zorlayarak, en azından Türkiye sahne sanatları için, umutsuz bir ‘yeni estetik’ arayışını tam bir adanmışlıkla sürdürüyordu. Çağdaş gösteri sanatları olarak tanımladığımız ‘alan’, ’80 darbesiyle baskılanan politik tiyatro hareketinin açtığı boşlukta, referans noktası olarak bedeni alan, Batı çıkışlı bir dans ve performans hareketi olarak şekillendi. 1985’de Geyvan McMillan Boğaziçi Üniversitesi Modern Dans Klübü’nü; 1987’de Beklan Algan, İstanbul Şehir Tiyatroları bünyesinde TAL – Tiyatro Araştırmaları Laboratuvarı’nı ve Handan Ergiydiren, Ankara’da Çağdaş Dans Topluluğu’nu kurdu. (Üniversitelerin modern dans bölümleri ’90’larda açıldı.) Buralardan yetişen ve büyük çoğunluğu sosyoloji, mühendislik, filoloji gibi farklı alanlarda eğitim alan, apolitik diyebileceğimiz bir kuşak, 90’lar boyunca bedeni, parçalanmış dramatik yapıyı, sahnede ‘kendi’ olmayı, ‘an’ın gerçekligini merkez alan yeni bir estetik biçimi kurguladı. Küçücük ya da geçici mekanlarda, tam donanımlı olmayan yarı profesyonel ekiplerle, küçük kadrolarla, sınırlı zamanlarda ve sınırlı prova koşullarında, prodüksiyon giderlerinin tamamını kendileri karşılayarak gösteriler ürettiler.
‘90’ların başında, karanlık küçük odalarda 10-15 seyirci ile başlayan macera, 2000’lerin sonuna doğru, garajistanbul’un 150 kişilik salonunu dolduracak bir seyirciye ulaştı. 2007’de, bir sezon içinde 40 farklı gösteri sahnelenebiliyordu. Bu rakam, tamamen desteksiz, altyapısız ve eğitimden yoksun bir çağdaş gösteri sanatları sahnesi için şaşırtıcı bir rakamdı. Performans sahnesi, garajistanbul gibi profesyonel ve uluslararası bir sahnenin yanı sıra kendi STK’s CGSG-Çağdaş Gösteri Sanatları Girişimi’ni, ilk ve tek uluslararası Dans ve Performans festivali iDANS Uluslararası Çağdaş Dans ve Performans Festivali’ni, Galata Perform’u, ödenekli kurumların yıllardır akıl edemediği türde bir ‘yeni yazar üretme ve destekleme’ organizasyonu olan, Yeni Metin Yeni Tiyatro’ festivalini yarattı. Bütün bunlar, zaman zaman Avrupa’dan sağlanan, proje bazlı küçük desteklerle, çoğu zaman tamamen desteksiz başarıldı.
Bakanlığın olan bitenden haberi yok
2000’li yılların sonlarında, Avrupa’da, dans alanında İstanbul’da yaşanan patlamadan söz edilmeye başlandığında, bu bağımsız sanatçılar, hâlâ bu koşullarda ürettikleri performanslarla, uçak paralarını da kendileri ödeyerek, Türkiye’yi uluslararası festivallerde temsil ediyorlardı ve Kültür Bakanlığı’nın olan bitenden haberi bile yoktu.
Bu kadar kaynaksız ve bu kadar sınırlayıcı koşulda, yaratıcılık düzeyiniz ne kadar yüksek olursa olsun, üretebileceklerinizin bir sınırı vardır. Kendinizi aşabilmek için, bir yerden sonra üretim koşullarının profesyonelleşmesi gerekir. Türkiye’de böyle bir profesyonelleşme imkanı sunacak bir sahne sanatları alanı hiç olmadı. Amatör demekten özenle kaçındığımız ‘bağımsız’ çağdaş sahne, işin uzmanları tarafından yıllarca bu amatör koşullarda icra edildi.
2005-2010 arası yaşanan ‘büyük patlama’, şimdi kendi içine çöküyor gibi görünüyor. Önce tam olarak yeterli olmasa da iyi kötü iş gören sahneler kapanmaya başladı. garajistanbul önce bir müzikhole dönüştü, ardından 2013 sonunda devredildi. Galata Perform, zaman zaman belediyeden alabildiği küçük desteklerle 8 yıl boyunca sürdürdüğü “Görünürlük Projesi’ni, bu desteği de alamadığı için 2013 yılında yapamadı. İDANS’a 2013 yılında ara verildi. Devam edip etmeyeceği meçhul. CGSG-Çağdaş Gösteri Sanatları Girişimi ise 2010’la beraber dağıldı. 2010 İstanbul Kültür Başkenti organizasyonu, restorasyonlar dışında kalan tek bir projeye, herhangi bir altyapıya destek
vermeden ardında derin bir yanılma bırakarak geçip gitti. Değiştirebileceğini düşündüğümüz hiçbir şeyi değiştirmediği gibi, umudumuzu ve sabrımız da büyük ölçüde tüketti.
Artık ne hayat ne de ‘saha’ bu amatörlüğü taşımıyor. Performans sanatçıları ise ciddi bir amatörlük yorgunluğu içindeler. Amatörlük çoğunlukla gençliğimizde taşıyabildiğimiz bir varoluş şeklidir. Çağdaş gösteri sanatları alanında yaşanan ‘durgunluğun’ bir amatörlük yorgunluğu ya da bıkkınlığı olduğu söylenebilir. Saha içinde profesyonelleşmeyen, yeni bir düzleme (böyle bir düzlem varolmadığı için) geçiş yapamayan sanatçılar, kendilerini tekrarlamaktan yorulup ya vazgeçtiler ya da disiplin değiştirdiler.
Seyirci risk almak istemiyor
Ülkenin yaşadığı büyük değişimi de değerlendirmeye dahil etmek gerekir. Liberal politikalar uzmanlaşmayı, profesyonelleşmeyi şart koşuyor. Seyircinin ‘deneme’ izlemeye ne zaman ne de parası var artık. Çok daha seçici davranıyor ve risk almak istemiyor. Harcadığı para ve zaman karşılığında alacağı hizmetin ‘içerdiğinden’ emin olmak istiyor. 2010’ların seyircisi, sonu belirsiz maceralar için kendini yormak istemiyor ve kalite talep ediyor.
Devlete bağlı sanat kurumlarının, ödenekli tiyatroların kapatılmak, özerkliği sorgulanabilir bir sanat konseyinin kurulmak üzere olduğu; özel tiyatrolara yardım fonunun şeffaflığının tartışıldığı bir dönemdeyiz. Hatta bu ülkede sanatın bir geleceği olabileceğine dair ciddi kuşkular besliyoruz. Böyle bir zamanda, İstanbul ağırlıklı bir azınlığın estetik beğenisine hitap eden bir disiplinin ihtiyaçlarından, gelişebilmek için gereksindiği kaynaktan, desteklenmesi gerektiğinden söz etmek bile son derece naif bir yaklaşım oluyor.
Kaçırılan fırsatlardan konuşmak daha inadırıcı olabilir belki… Ödenekli kurumlar bu kadar kendi üzerine kapanmasaydı, ellerindeki imkanların bir kısmını önemli bir yaratıcılık potansiyeli ve entelektüel birikim taşıyan performans sahnesiyle paylaşsaydı… Bu gruplar ve sanatçılarla atölye çalışmaları organize edilse, ortak prodüksiyonlar yapılsaydı… (Şehir Tiyatroları’nda Tiyatro Araştırma Laboratuarı ve Çağdaş Gösteri Sanatları Merkezi gibi; Devlet Tiyatroları’nda Özerk Tiyatro gibi bir kaç deneme yapıldı fakat bünye, her defasında bu çabaları kustu). Ödenekli kurumlar en azından yaz aylarında iki ay boş duran mekanlarını bağımsız sanatçılara açsalardı… Hatırlı özel tiyatrolar, destek fonundan alacakları birkaç on bin liranın ve kişisel sponsorların peşine düşmek verine, bağımsız ve şeffaf bir destek havuzu oluşturmanın şartlarını zorlasalardı… En önemli özel sanat kurumumuz İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV), ülkenin tek uluslararası tiyatro festivalinde, performans sanatçılarına sadece sahne vermekle yetinmeyip, yeni keşifler ve estetik arayışlar için küçük prodüksiyon destekleri vererek, tüketime dayalı bir sanat arzını değil, üretimi de destekleseydi, bugün çok farklı bir manzaranın karşısında olabilirdik.
Genç tiyatronun deli rüzgarı
Performans sanatlarını, ülkenin genelinden ve sanatından ayrı düşünmenin anlamı yok. İlk vazgeçilen evlat en üvey olanı olabilir ama ardından diğerleri de gelecek. Şu anda dizi sektörünün dolaylı desteğiyle, dikkat çekici bir yükseliş yaşıyor gibi görünen ‘genç (!)’ tiyatronun bu deli rüzgarının daha ne kadar eseceği belli değil.
Çagdaş gösterim sanatlarını bıraktığı ‘yenilik’ (?) bayrağını, Batı ile metinsel bir frekansta yeniden uyumlanarak güncellenen bir ‘tiyatro’ yaklaşımının devraldığı görülüyor. Özel üniversitelerde açılan tiyatro bölümlerinin sağladığı nispeten tazelenmiş eğitimin de etkisiyle, tiyatromuzda oyunculuk yaklaşımı ve mekan kullanımı yenilendi. Elbette İKSV, Tiyatro Festivali’nin ve performans sanatçılarının 20 yıllık üretimleri sonucunda oluşan entelektüel birikimini de hesaba katmak gerek. Bu gelişmeler sonucunda, yeni bir kuşak çıktı ortaya. Realiteyle bağ hayli güçlü olan bu kuşak, ‘işletme’ konusunda da oldukça maharetli. Amatörlükle profesyonelliği yeni bir şekilde birleştiriyor. TV sektörünün sağladığı profesyonelleşme ile aslında hala amatör koşullarda icra edilen tiyatro alanını destekliyor. Bu kuşakla öne çıkan tiyatro estetiği üzerine söylenebilecek çok şey var. İyi analiz edilmesi gerekiyor.
Öte yandan, Gezi sonrası sanatın işlevi ve anlamı üzerine yeniden düşünmek gerekiyor. Sanat ‘şimdi’ ne anlama geliyor? Para eder bir nesneye dönüştüremedigimiz için sistemin bir türlü hazmedemediği performans sanatları…