Hareket Atölyesi, 1999 yılının Kasım ayında kurulduğundan beri farklı yaşlardan ve altyapılardan gelen insanların; her türlü bedenle, hareket/metin/ses/mekan kapsamında araştırma çalışmaları yaptıkları bir atölyedir.
Atölye kurulum sürecini Hareket Atölyesi yaratıcısı Zeynep Günsür şu şekilde açıklıyor; “Bu atölye çalışmasını başlatırken, idealimde kurguladığım biçim, en az 3 ay aynı kişilerle devam edecek olan bedensel araştırmalar toplamıydı. İdealimi yedi yıldır aynı ekiple, arada katılanlar ve ayrılanlar olsa da, çekirdek bir kadroyla ve devamlı farklı düzlemlere yolculuk ederek devam ettirmek, gerçekten de büyük bir şans. Hepimize seçenekler sunan, verimli bir yaşama alanına sahip olma şansı…Araştırmalarımızın merkezinde bedenlerimiz ve hareket olsa da; insana ait her türlü ifade üzerine odaklanan bu çalışmalar doğal olarak farklı disiplinleri kullanıyor. Kendimizi ifade etme şekilleri üzerine araştırırken ister istemez mekan/mimari-ses/müzik-hareket/dans-metin/edebiyat-film/medya alanlarının karşılaştığını gördük. Bu anlamda kendimize bir sınır koymuyoruz dolayısıyla da ne yaptığımızı tarif ederken zorlanabiliyoruz. Sanırım yine de “hareket atölyesi” başlığı bu araştırmalara verilebilecek en uygun addır.”
Atölye katılımcılarından Sibel Günsür, bu çalışmaları kendi ağzından şöyle ifade ediyor;
“Yedi sene evvel atölyeye başlama nedenim sadece sağlığıma pozitif etkisi olacak bedensel hareketleri yapmak, kireçlenmelere, ağrılara biraz da olsa çare bulmaktı. Fakat zamanla farklı şeyler oluştu, bedeni kullanmayı öğrenmek, doğaçlamayla yaratmak gittikçe büyük bir keyfe dönüştü…Ben aslında oldukça sosyal bir kişiliğe sahibimdir ama yine de kafamda bir soru var. Acaba bu atölye çalışmalarına katılmasaydım, bizim “müsamere” dediğimiz gösterilere, hem de ne kadar anlaşılacağımızdan emin olmadığım bir toplum karşısına, 67 yaşında çıkabilirmiydim?…Bir sürü şey öğrendikten sonra mekanı yeniden keşfetmek ve herkesin beden dilini özgürce kullanması da bu çalışmaların en güzel tarafı ve inanılmaz bir enerji yaratıyor.”
Yine sürekli atölye katılımcılarından olan Gülsu Aren’in görüşleri de şöyle; “ Hareket Atölyesine katılma nedenim bedenimle ifade etmeyi öğrenmek, hareketlerime çeşitlilik katmak, doğaçlama tekniği ile çalışmaktı. Ayrıca oluşursa proje bazında çalışmak, sanatsal ifade biçimi olarak ilgimi çekiyordu…Doğaçlama ile pek çok konuyu işlerken herkes kendini tanımlama ve ilişki doğaçlamalarında ötekileri tanıma fırsatı buluyordu. Hareket Atölyesinde bir araya gelen çok farklı mesleklerden, yaş grubundan insanlarla birlikte çalışarak neler yapılabileceğini gördüm. Herkesin farklı yaşamlardan getirdiği tecrübelerini hareketle ifade etmesi çok sesliliği yansıtıyordu. Zeynep’in dayatmacı yönlendirmeden uzak yaklaşımı, içimizdeki yaşamları hareketle, sesle, sözle dönüştürmemizi sağladı….Yapıcı eleştiri tarzının benimsenmesi bizi cesaretlendirerek doğaçlama ve ötekilerle ilişki kurma çalışmalarında rahatlamamızı ve kendimizi çekinmeden dışa vurmamızı sağladı. Bugüne kadar gerçekleştirdiğimiz projelerin bize haz vermesinin arkasında yatan nedeninin, gerek fiziksel gerekse düşünsel anlamda kendimizi tamamen çalışmalara katmamız olduğunu düşünüyorum.”
Bir diğer atölye katılımcısı Meral Erdoğan’ın “neden buradayım?” sorusuna verdiği yanıt ise şöyle;
“Beni atölyeye bu küçük hareket ve duyuruda yer alan beden terapi/rahatlama/dans sözcükleri çağırdı. Başlangıçta burada oluşum ve beden üzerinden hareketle ilgilenmemin sadece ruhsal iyileştirme ve rahatlama nedenli olduğunu düşünüyordum. Kendimle yüzleşmemi sağlayan yaratıcı çalışmalarla rahatladım. Beden algımın ne kadar kapalı/örtülü olduğunu ve bedenimin sınırlarını görmeye başladım ( ‘birbirimizi taşıma’/ kontakt çalışmasının bana tuttuğu aynada kendimi/bedenimi karşımdaki kişiye bırakamadığımı görmem gibi..). Daha sonra, doğal olarak formasyonumun bir yanı, sadece o ana ve mekana –fizik, zihin ve beden- dönük hareketlerle ortaya çıkmaya başladıkça bu küçük hareket ‘e yüklenen anlamın burada oluşumla ilgisini, beni beden/hareket/mimarlık kavramlarıyla etkileşim içine çektiğini ve yaşamı/kendimi anlama ve anlamlandırma çabalarımın tetikleyicisi olduğunu fark ettim. Atölyedeki var oluşum hem bulunduğum yer/mekandan etkilenerek geliştirdiğim hareketlere hem de otobiyografimin ya da yaşamla kurduğum ilişkinin bir boyutunu harekete taşımama temelleniyor. Oradaki benim. Sahici ben. Paylaştığım ise, ‘Bir uç durum olarak performans’ (Ülke filminde kendi hareket mekanım-ülkem- olarak çocuk odasına yönelişim, odada yaşadığım ilişkiler ve hareket dizgesi…). Başlangıçta duygu var. Duygu hareket noktamı oluşturuyor. Düşünce, soru ve kavram daha sonra geliyor.”
Zeynep Günsür, “Çalışma sürecinin kendi başına bir ‘iş’ olduğuna inandığınızda, genel olarak sahne ve/veya benzeri gösteri mekanlarında sonuçlandırılmış “iş”lerden biraz uzak kalıyorsunuz. Yukarıda yazılanlarda da belirtildiği gibi ilk iki yıl aynı zamanda stüdyo mekanımız da olan Roxy Club’da “yıl sonu müsameresi” olarak adlandırdığımız, bütün yıl boyunca yaptığımız çalışmaların basit bir kurgusundan oluşan atölye gecesi paylaşımı ile eş, dost yani sevdiklerimizle sınırlı bir seyirci topluluğuna ulaştık.” diye ekliyor.
Hareket Atölyesi’nin 1999 itibariyle gerçekleşen müsamerelerden sonra 2002 yılında ilk defa yabancı bir topluluğun önüne çıkışı, TÜYAP’ta gerçekleştirilen Naturel Festival’i kapsamında, topluluk üyelerinden Figen Evren’in önerisiyle şekillenen Keşke adlı hareket performans çalışması ile olmuştur. Fikir, keşke kavramı üzerine araştırılan, belli bir hareket dizgesini geriye sarma imkanının olasılığı durumunda, farklı hareket dizgelerinin ve anlamların yeniden oluşması durumunu araştırılması ve kurgulanması ve seyirciyle paylaşılması şeklinde gerçekleşmiştir.
Bir diğer gösteri ile Ayvalık’ta sanat haftasına katılan topluluk, bir otel avlusunu kullanarak mekan-uzam üzerine detaylı araştırma yaptıkları süreci seyirciyle paylaşırlar. Mekansal algının hareketle konumlanması sorgulamaları , “yaşam hareketi bizi bir yerlere taşıyor” fikrinden yola çıkarak Ülke filmi tohumları burada atılır. Türkiye’de dans, hareket üzerine kurgulanmış ilklerden diyebileceğimiz Ülke filmi bir yıllık çalışma süreciyle mekan-hareket ilişkisi üzerine araştırılmış bir projedir. Zeynep Günsür Ülke filminin sürecini şöyle açıklıyor; “Ülke, İstanbul’da Boyacıköy mahallesinin dar sokaklarından birinin köşesinde konumlanmış, iki katlı eski bir rum evinin sınırları içinde gerçekleştirildi. Yaklaşık 5 ay süren mekan-kavram-beden-metin çalışmaları içinde bizim için “ülke” kavramını oluşturan alt başlıklar araştırıldı. Ülke, hem fiziki ve coğrafi sınırlarla belirlenmiş belli bir yaşam alanı olarak hem de zihinsel /psikolojik bağlamda herkesin “iç ülkeleri” olarak çalışıldı. Öneriler, önce ifade biçimleri haline getirildi, sonra küçük kurgulara dönüştürüldü. Kendi içinde bütünlüğü olan bölümler oluştu. Çekim aşaması, bizim için sinema dilini deneyimlediğimiz bir başka çalışma sürecini başlatmış oldu. Montaj ise başlı başına bir yeniden yaratma çalışması. Kısacası tek bir projenin içinde bir kaç farklı dil ve çalışma süreci yaşandı. Çekim ve montaj aşaması da yaklaşık 5-6 aylık bir zamana yayıldı çünkü atölyeyi oluşturan ekibin tamamı aynı zamanda tam zamanlı mimarlık, muhasebecilik, hocalık, öğrencilik, oyunculuk gibi farklı alanlarda çalışarak hayatlarını kazanan insanlardan oluşmakta ve İstanbul gibi bir şehirde bir araya gelip böyle bir ortak çalışmayı sonuçlandırmak ancak zamanın içinde acele etmeden yolculuk edebilmeyi öğrenmekle mümkün oluyor. Sanırım Ülke projesi bitmiş iş anlamında bir dönüm noktası oldu ve araştırma sürecimizin sonucunu somut haliyle barındıran bir filme sahip olduk. “
Atölyenin çekirdek kadrosundan Deniz Boro Polat, bir yazısında bu süreci şöyle anlatıyor; “…2001-2 çalışma yılına, Zeynep’in evindeki film projesi, Ülke fikriyle başlanır. Birinci bölüm çekimleri temmuz başında biter, doğal ışık doğal ortam ve kendi olan insanlar! Ortaya insanın unuttuğu benliğini sarsacak görüntüler çıkar… Zeynep dahil katılımcıların her birinin farklı meslekleri var, dolayısıyla İstanbul gibi bir şehirde iş ve evlerinden zaman ayırıp çalışmalara gelişleri bir mucize. Çok farklı yaş, karakter ve ilgilerden oluşan bir kaos ortamı, daha çok her kafadan ayrı bir sesin çıktığı sıcak bir aile atmosferi diyebiliriz. Yaşamı dolu dolu birbiriyle paylaşan ve yaşayan bir kadınlar kalabalığı. Bu birlikteliğin yarattığı güçlü enerji herkesi kendi yaşamlarında daha sağlam, keyifli ve değişiklikler gerçekleştirebilecek derecede güçlü kıldı. En önemlisi tüm aidiyetleriyle kucaklayabildiğimiz kişiliklerimiz sanki kutsandı ve özgürleşti. Otobiyografik çalışmalar bir yerde terapi niteliği gördü ve yaşamın zorlukları altında ezilmiş ruhlarımız hafifleyiverdi. Çocuklar kadar şen ve cesur, dalabildik yaratıcılığın okyanusuna…”
Ülke filminden sonraki ilk çalışma, Eylül 2003’de Naz Erayda’nın “Uluslararası Psikoterapi Kongresi”nin açılışı için tasarladığı Kesişmeler/Intersections projesi kapsamında olur. Bu projede Hareket Atölyesi ekibi ve Yıldız Teknik Üniversitesi Dans Programı’ndan öğrencilerle birlikte, Erayda’nın belirlediği kavram ve fiziksel çerçeve içinde yine Hareket Atölyesi çalışmalarını gerçekleştirerek, Lütfi Kırdar Kongre Salonu’nun geniş sahnesini mekan olarak kullanılır. Sahnenin arkasını hemen hemen bütünüyle kaplayan perdede İstanbul’da yaşayan farklı kültürlere ait kişilerin hikaye, masal, şarkı ve sesleri eşliğinde kendi kesişmeleri ve teğet geçişleri hareketlerle sahnelenir. Bu projeden yola çıkarak, Roxy mekanı için tekrar düşünerek ve dönüştürerek gerçekleşen Kesişmeler-2, 2003 yılının son ayında Roxy’de sahnelenir. Burada; İstanbul’da yaşayan farklı kültürlere ait kişilerin hikayelerinin yerini, Roxy Hareket Atölyesi’ne dahil kişilerin hikayeleri alır. Büyük bir perde yerine, mekanın koşullarına daha uygun olarak 9 monitör kullanılır, böylece herkesin kendine ait bir ekranı olur. Aynı gösteri Kesişmeler-3, çalışma süreci içinde detaylandırılarak ve farklı parçalar üzerinde düşünülerek 31 mart 2004’de tekrarlanır. Zeynep Günsür bu çalışmanın; hem farklı mekan kullanımı ile ilgili hem de parçalardan bütüne gelmesi ile ilgili devamlı dönüştürülebileceğine inanıyor ve ekliyor: “İngilizcede kullanılan ‘work in progress’ kavramının tam Türkçe karşılığı olmayan, belki “gelişme içindeki çalışma” diyebileceğimiz, Kesişmeler, bizim için böyle bir çalışma. Farklı gösterimlerin kayıtlarından montaj yapılarak belgelenebilecek bir süreç. Sanırım, ileride bu süreci bir çalışma belgeseli haline getirebiliriz.”
Hareket Atölyesi daha profesyonel bir zeminde sahne aldığı şu sıralarda, İnsan(lık) Hali gösterisiyle “İstanbul Dans Festivali” kapsamında seyirciyle buluşuyor. “İnsan(lık) Hali; Kendi halimize acıyarak, gülerek, isyan ederek, cinnet geçirerek, dalga geçerek ve daha bir çok ruh hali içinden bakarken aklımıza gelenler…” (Z.Günsür)
“ İnsanlığın traji-komedisinin yapıldığı bir kurgular bütünü olarak tanımladıkları gösteri, disiplinler arası bir çalışma: ses/metin, müzik, hareket/dans/tiyatro bir arada kullanılmış. Bedensel ifadeye dayalı oyunlar bir araya getirilmiş ve neticede farklı okumalara açık bir gösteri meydana gelmiş. Değişik çağrışımlar oluşturan en önemli unsurlardan biri sahne dekoru. Her bölümde farklı bir şekilde kullanılan naylonlar, büyüklü küçüklü alışveriş ve çöp poşetleri; yüzleri, bedenleri, belki de kimlikleri saklayıp ortaklıkları öne çıkarıyor… Örneğin bir sahnede, kocaman bir naylonun altındaki oyuncular; güzel, hüzünlü bir müziğe uyarak tedirgin bir biçimde yürüyorlar. Ortak bir ritmde sürekli yer değiştirerek ilerleyen kadınlar, kadınlık deneyimlerindeki ortaklıkları imliyor gibiler; belki de istenmeyen bir göçü ya da yerinden edilmeyi, belki de sadece sıkıntıyı ya da tedirginliği… canlandırıyorlar.” (Berna Kurt 23 Mart 2007)
“ Hareket Atölyesinin yedi yıllık hareket serüveni, çekirdek kadroya arada eklenmeler ve kopuşlar oluşu, ilginç bir şekilde yeni gelenlerin önceki sürece dahil olmamaları; o an paylaşılan araştırma ve yaratım sürecine katılımlarında, çok büyük bir zorluk yaratmıyor. Yani neresinden girerseniz oradan alıp devam edebileceğiniz bir yapısı var atölyenin. Bu da kanımca, atölye çalışmalarının öncelikle; her bedene açık olmasından, daha doğrusu çalışmaların öncelikle bedenlerin kendi içsel tarihi ve hafızasına dayanmasından; ikinci olarak da şimdiki ana ait olan yaratıcı çalışmalara ağırlık verilmesinden kaynaklanıyor. Yani zihinsel açıklık ve yetkinlik, fiziksel yetkinlikten önce geliyor. Yetkinlik derken bir çeşit farkındalık duygusundan bahsediyorum. Fizikselden önce gelen zihinsel farkındalığın insan bedeninde çok büyük etkileri olduğuna inanıyorum. Bedeninizle barıştıktan sonra onu ve hafızasını araştırmak için önünüzde büyük bir alan açılıyor. Bu alan birçok farklı katmanı içinde barındırıyor, dolayısıyla farklı disiplinler işin içine girebiliyor. Yazının başında doğal olarak derken kast ettiğim durum buydu. İhtiyaçtan doğan kullanımlar. İhtiyaçtan doğan sanat. Sanatsal dil her ne ise ihtiyaç duyularak yapılan bir şey olmalıdır diye düşünüyorum. Bu anlamda profesyonel sanat yapılarına karşı bir inançsızlığım olduğu söylenebilir. “Hareket Atölyesi” gibi bir çalışmanın başlangıcında yatan neden de bu olabilir. Bu noktadan sonra nereye doğru gideceğimiz belirli değil. İhtiyaçlar doğrultusunda, samimi isteklerden vazgeçmeden daha profesyonel bir yapıya ulaşılabilir mi? Bunu zaman gösterecek ama şu bir gerçek ki bedenlerimizin hafızasını yeniden kurgulayabilmek için kendimize günlük hayatın dışında yaşama alanları yaratmamız gerek.” (Zeynep Günsür)
Derleyen: Dizem Kaftan