Warning: mysqli_real_connect(): Headers and client library minor version mismatch. Headers:100618 Library:100505 in /home/u8703748/public_html/wp-includes/wp-db.php on line 1635
Köyde Festival/ Karaburun, “Sanat&Felsefe&Duyarsızlaşma” üzerine Söyleşi – Hareket Atölyesi Topluluğu

Evrensel.net (21 Ekim 2017)
         Köyde Festival/ Karaburun, “Sanat&Felsefe&Duyarsızlaşma” üzerine Söyleşi

-Bu yıl ilki gerçekleşen köydefestival açılışında ”sanat & felsefe & duyarsızlaşma” konulu disiplinler-arası söyleşide, içinde bulunduğumuz durumun sebep ve getirilerini değerlendirdiniz. Sanatsal üretim ve duyarsızlaşma ilişkisi hakkında ne düşünüyorsunuz ?

Bugün sanat ve siyaset arasındaki ilişkinin yeniden şekillendiği büyük bir dönüşüm içindeyiz. Diyebilirsiniz ki, dünya tarihi sürekli değişim içinde değil mi? Genel anlamda elbette böyle düşünmemiz normal ama bazı dönemler diğerlerine göre çok daha keskin kırılmalara, dönüşümlere ve kopuşlara ev sahipliği yapıyor. Siyasi yapı olarak ulus-devlet, Lev Kreft’e göre, yegane merkezi kendisi olan bir iktidardır ve başarısı tiyatro oyunu gibi etkisinin yaratılmasına bağlıdır. Ulus inşaası önemlidir, ulus yaratımının olmazsa olmaz koşulu toprak parçası ve üzerinde yaşayanların sınırlar içine sokulup, birinci derece kabul gören yurttaşlar, ikinci derece ve diğerleri gibi birbirlerinden ayrıştırılmalarıdır. Bu yapının içinde sanat da bir kurum haline gelir ve özerklik kazanır. Bugün ulus- devlet yapısı sarsılıyor- bunun bir çok farklı nedeni var, post kapitalist üretimden tutun da internetin etkisine hatta doğa felaketlerine kadar pek çok farklı katmandan bahsedebiliriz ama sonuçta alışık olduğumuz iktidar biçimleri, sosyal platformlar,ekonomik ve politik ilişki biçimlerinin dönüşüm içinde olduğunu gözlemliyoruz. Sanatsal üretim de bu değişimin önemli bir parçası, zaman zaman geleceğin tellallığını yapan bir tarafı da olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla artık ulus- devlet yapısı içinde kendi özerkliğini koruyan ve alışık olduğu ekonomik yapıyı devam ettiren sanatsal üretim biçimlerinin yanında bundan oldukça farklı, başka bir dünyaya konuşan sanat yapma biçimleriyle de karşılaşmaya başladık. Bu anlamda duyarsızlaşma diye adlandırdığımız ruh hali de eski düzene ait olan sanat yapma biçimlerine karşı bir duyarsızlık olabilir diye düşünüyorum.

-Söyledikleriniz gerçekten çok aydınlatıcı, bu açıdan baktığımızda, sanatta, güncel bir bağlantı / gerçeklik bulunamadığında duyulan olağan bir tepki gibi görünüyor bu tepkisizlik. Sanatla izleyici arasında yaşanan boşluğun temelindeki, ciddi bir zamanlama sorununa işaret ediyorsunuz. Zamanlama konusunda, tarihsel süreçteki örnekleri nasıl değerlendirirsiniz ?  
Örneğin, 20. YY’ın ikinci yarısında bazı sanatçılar öyle işler yapmaya başladılar ki, eleştirmenler bu işleri varolan sanatsal kuramlarla açıklayamadıkları için yeni kuramlar geliştirdiler; ilişkisel estetik diye bir kavram oluştu. Artık sanat nesnesinin maddi anlamda kendisinin değil, içine konumlandırıldığı alan ve diğerleriyle ilişkisi üzerinden gelişen bir estetik algının varlığından bahsedildiğinde anlam kazandığı görülmeye başlandı. Bu çalışmalar daha önceki dönemlerde hiçbir şekilde anlamlandırılamayacakları için büyük ihtimalle sanat eseri olarak da görülmeyeceklerdi. Peki hangi şartlar oluştu da sanatçılar böyle bir kırılma deneyimi yaşadılar ve alımlayıcılar da bu deneyimi fark edebildiler derseniz işte bu tamamen zamanın ruhu – Almanca’da Zeitgeist dedikleri- ile ilgili bir durum diyebilirim. İhtiyaçtan doğan sanat yapma biçimleri. Değişen dünyanın içindeki insanın değişen algısı ve bunun dışavurumu. Felsefeci Rancier, globalleşme, üretimin bilgisayarlaşması ve maddi özellikleri kaybolan mallarla birlikte ters anlatıların oluştuğundan bahseder. İronik biçimde kapitalizmin içinde maddileşmenin yok olmaya başladığını iddia edebiliriz. Aynı zamanda şimdiki zamanın kurgu biçimini almasından, egemen medya ve hükümetlerin düzenle ilgili gerçeği yeniden kurguladığından da bahsedebiliriz. Buna karşın, çağdaş sanat alanında da gerçekliğin farklı halleri, kurguları karşı karşıya gelir. Örneğin Portekizli yönetmen Pedro Costa’nın filmlerinde, göçmenlerle ilgili bu kurgular belgesel gibi çalışır. Günlük hayatın küçük sahneleri inşaa edilir, yangına maruz kalan göçmen ailenin dairesinin kapısını açarak cehenneme gireriz, belge ile görüntü arasındaki fark ortadan kalkar. Gerçekliği üreten kurgu şeylere anlam verir yeniden.

-Pekiyi bu koşullar altında sanatçıların günümüzde yaşadığı belirsizlikler ve zamanın ruhu -Zeitgeist- nereye doğru yol alıyor, ne şekilde evriliyor ? 

Bugün boşluğu, olmayan şeyi hayal edebilmek için gerekli olan boşluğu tarif etmeye çalışıyor bazı sanatçılar. Yapmama hali içinden yeni bir yapış bulmaya çalışan sanatçılar çok heyecan verici diye düşünüyorum. Alışık olduğumuz siyasal ve sosyal yapının içinden değil, daha oluşmamış, belki çok küçük bir sezginin içinde kıvrılmış ufacık bir cenin gibi olan bir şeyin hayali içinden konuşmaya başlayan sanatçılar var. Elbette oldukça tedirgin edici bir yer orası çünkü daha tanımlanmamış bir yer. Başka yaşam biçimlerine, ilişki biçimlerine gebe ama daha doğmamış olduğu için isimsiz. Oyunculuk çalışmalarında, oyuncunun bir sonraki devinimini, aksiyonunu bilmediği ve tahmin bile edemediği yer. O durumda kalan oyuncu için çok zor, tekinsiz bir an belki ama o boşluk anını deneyimlemeden de kendisi için yeni olana, bilinmez olana doğru hiç gidemeyeceğinin bilincine sahip olduğu sürece ondan kaçmayacak. Hakikatini kurgulayacak, yeniden.